SURİYE’DE TARAFLAR; KİM, NE İSTİYOR?

Bu yazıyı yazmadan önce, Suriye – Türkiye ilişkilerini anlatan bir yazı yazacaktım. Fakat medyada artık çok sık duyduğumuz “İdlib Operasyonu”, “İdlib Sorunu”nundan dolayı önce bu yazıyı, daha sonra İdlib Operasyonu’nun neden sadece Suriye’yi veya ülkenin doğusunu değil, Ankara, İstanbul, İzmir vs. batıda oturan insanlar için de önemli olduğunu anlatacağım.

Hiç uzatmaya gerek yok, hemen hangi ülke ne istiyor fazla detaya girmeden bahsedelim;

Rusya: Rusya Suriye’deki iç savaşa hemen müdahil olmadı. Savaşın tam kritik noktasında(Beşşar Esad savaşı kaybetmeye başlamışken), Şam rejimi ile anlaştı ve yardıma karar verdi. Karşılığında Lazkiye’de bir deniz üssü ve Lazkiye – Hmeymim’de bulunan bir hava üssü elde etti.  Şundan bahsetmekte fayda var, Rusya’nın Tartus’ta Sovyetler döneminde anlaşması yapılan bir deniz üssü zaten vardı. Fakat bu deniz üssü küçüktü ve hava üssü olmadan pek önem arz etmiyordu. Üsler konusu yeter;  Rusya’nın çıkarı Şam’daki mevcut rejimin devamlılığının sağlanması ve böylece elde ettiği askeri üslerin başına bir şey gelmemesi.

Rusya’nın bir diğer çıkarı ise, Suriye’de iç savaşın taraflarından biri olan Özgür Suriye Ordusu’nun(ÖSO) içerisindeki Çeçen cihadcılar. Belki hatırlarsınız veya zaten biliyorsunuzdur; Rusya, Çeçenistan bölgesinde uzunca bir süre Çeçen cihadcılarla mücadele etti. Çok fazla mal ve can kaybı yaşadı. Suriye’deki ÖSO’nun içerisinde bulunan bu cihadcıların tekrar Rusya’ya dönmesi, Putin’in asla ama asla kabul etmeyeceği bir şey.

Bu arada, evet, tarih kitaplarında okuduğumuz “Rusların sıcak denizlere inme hayali” gerçek oldu. Rusya’nın Akdeniz’e kıyısı olan Lazkiye’deki donanma üssü büyük öneme sahip.

İran: Beşşar Esad rejimi uzun yıllardan beri İran’ın bölgedeki müttefiğidir. İç savaş çıktığından beri İran her gün Suriye’ye hem asker, hem nakit para, hem yiyecek hem de askeri malzeme yardımı yapmıştır. Beşşar Esad rejiminin ayakta kalabilmesi için çok büyük hem maddi hem de manevi maliyete katlanmıştır. İran’ın çıkarı Beşşar Esad rejiminin hükümette kalmasıdır.

Bunun yanı sıra İran, Afganistan’dan başlayan, İran-Irak-Suriye şeklinde devam eden bir “Şii Kuşağı” kurmuştur. Şii mezhebine sahip olan ve bu mezhebi yaymak isteyen insanlarla iş birliği yapan İran, bu insanları paralı asker gibi savaşlarda kullanmaktadır. Irak’ın işgalinden sonra Irak’ta “Haşdi Şabi”yi kurmuştur. Yani şuan Irak’ta silahlı olan ve tamamen İran’ın kontrolünde olan bu örgüt yasal olarak ordunun bir parçasıdır. Evet kulaklara pek inanılır gibi gelmiyor. Aşağıdaki resimde İran’ın Afganistan – İran – Irak – Suriye – Lübnan şeklinde oluşturmuş olduğu Şii Kuşağını görebilirsiniz. İran işte bu hat üstünde Şii mezhepli askerlerinin yayılımını/lojistiğini sağlıyor. Amaç hem diğer ülkelerde nüfuz sahibi olmak hem de İsrail’i tehdit etmek.

İsrail: İç savaş ilk başladığında İsrail’in amacı Beşşar Esad rejiminin yıkılmasıydı. Yerine ABD/İsrail’e itaat edecek bir rejim getirilecekti. Fakat İran ve Rusya’nın Beşşar Esad’a desteği ile bu hayal suya düştü.

Dış politikasını oldukça gerçekçi tutan ve sahadaki duruma göre şekillendiren İsrail bu hedefinden vazgeçti ve 2 farklı hedef gütmeye başladı;

1.İran’ın Şii milisleri ile Suriye’de askeri varlık göstermemesi. Yani Şii Kuşağı’ının Suriye ayağının kesilmesi ve Lübnan’daki Hizbullah’a(Lübnan’daki İran destekli Şii milislerin adı) İran’ın yardım gönderememesi.

2.Suriye’nin kuzey, doğu ve kuzey-doğusunda, yöneticilerinin KCK(PKK diye biliyoruz biz) terör örgütünden olan bir Kürt devleti(ilk olarak federasyon verilmesi istenecektir) kurulması.

Amerika Birleşik Devletleri/Suudi Arabistan/Körfez Ülkeleri: Bu ülkelerin hepsinin hedefi üç aşağı beş yukarı İsrail’in hedefleri ile aynı.

Burada öne çıkan ülke ABD’dir, zira İsrail’in 2.hedefi olan KCK(PKK) kontrolündeki Kürt devletini kurma işini ABD yürütmektedir.

Türkiye: Geldik bizim caaaanım ülkemize. Öncelikle şundan bahsetmekte fayda var; gerek Beşşar Esad, gerekse babası Hafız Esad, Türkiye Cumhuriyeti devleti kendilerine zarar vermemesine rağmen(dolaylı veya dolaysız) PKK’ya destek vermiştir. Yardım ve yataklık yapmıştır.

Hafızalarımızı tazelemekte fayda var. KCK(PKK) terör örgütünün kurucusu ve lideri olan Abdullah Öcalan uzunca yıllar Suriye’de yaşamıştır. Türkiye’nin tüm ısrarlarına rağmen Hafız Esad, Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye iade etmemiştir. Fakat sabrı tükenen Türkiye en sonunda Suriye’yi savaşla tehdit etmiş ve Suriye de Abdullah Öcalan’ı sınır dışı etmiştir.

Fakat Abdullah Öcalan sınır dışı edilse dahi PKK’nın bazı yöneticileri Suriye’de varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Hatta Çözüm Süreci’nden sonra Suriye’den Türkiye’ye bir sürü tünel kazıldığını ve PKK’nın bu tüneller ile asker ve silah transferi yaptığını gördük. Şu kesin ki Beşşar Esad rejimi bunlardan haberdardı ve buna izin verdi.

Fakat tüm bunlara rağmen Türkiye’nin Suriye’nin bu hale gelmesine izin vermesi, hatta ve hatta bu hale gelmesindeki en büyük paylardan birine sahip olması hiçbir ulusal çıkar meselesi, hiçbir mantık ile açıklanabilir bir şey değil.

Bu büyük ve jeopolitik dengeler açısından Türkiye’nin elini aşırı zayıflatan hatanın cezasını Türkiye canıyla ve ekonomisiyle ödedi, halen daha ödemeye devam ediyor ve önümüzdeki 50 ila 100 yıl arası bir süre boyunca da ödemeye devam edecek.

Gelinen bu noktada Türkiye’nin Suriye’deki çıkarları ise şunlar;

1.Suriye’nin 25%’ini kontrol eden KCK(PKK) terör örgütünün yok edilmesi veya silahsızlandırılması. Fakat ABD koruması altında olan PKK’yı bu seçeneklerden birine mecbur bırakmak pek mümkün görünmüyor. Bu bölgede kontrolünü mutlak kılan bir PKK asla ama asla bu şartları kabul etmez, aksine, Türkiye’nin başına hiç olmadığı kadar büyük bir bela olur. Şunu unutmamak gerekir ki PKK militanlarının sayısı eskiden 10.000 – 15.000 ile ifade edilirken, şuan 70.000 – 80.000’lerle ifade edilmektedir ve bunun tek sebebi Suriye’nin bu hale gelmesidir ve PKK Irak’ta Sincar’a yerleşirken izlenmesidir. Böylesine güçlenen PKK’nın Türkiye’ye yönelik saldırıları giderek artacaktır. Irak’taki Kandil tamamiyle temizlense dahi, bunun etkisi minimal olacaktır. Zira PKK artık Suriye’de ve Sincar’dadır. Suriye’den militan ve silahlar Irak’taki Sincar’a taşınmaktadır, oradan Irak’ın dağlık bölgelerine geçişi sağlandıktan sonra Türkiye’ye sızmaya çalışmaktadırlar. Türkiye’nin PKK ile mücadelesi Kandil’de değil, Sincar’da ve Suriye’de olmalıdır.

2.Türkiye’de bulunan 3.5 milyon Suriyeli sığınmacının kendi ülkesine geri dönmesi ve yeni sığınmacıların gelişinin engellenmesi veya yeni sığınmacı yaratacak olaylara izin verilmemesi. 3.5 milyon Suriyeli tam olarak nasıl ülkesine dönecek bilemiyoruz. Zira ne Beşşar Esad rejimi ne de KCK(PKK) yöneticileri kendi bölgelerine fazla insan almak istemiyor. Üstüne bir de gelmekte olan İdlib operasyonu yüzünden(ne yazık ki engelleyemiyoruz) gelebilecek ekstra 1 milyon Suriyeli daha eklenirse, Türkiye ekonomisinin bunu kaldırması pek olağan durmuyor. Avrupa’dan ve Birleşmiş Milletler’den veriler paralar, bu sığınmacılar için harcanan paranın yanında devede diken kalıyor.

Evet. Suriye’deki tarafların kim olduğunu ve bu tarafların çıkarlarının/istediklerinin neler olduğunu kısaca belirtmiş olduk. Sıradaki yazıda, ki oldukça kısa bir yazı olucak, İdlib Operasyonu’nun neden İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de yani kısacası Fırat Nehri’nin batısında oturan insanları ilgilendirdiğini de anlatıyor olucam.

Diğer yazıda görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.

Yorum bırakın